Dönem hastalığı: Umutsuzluk
Günümüzde genç yada orta yaş başlangıcında bulunan insanların umutsuzluğa kapılmasının ve motiasyon eksikliği hissetmesinin, bir önceki neslin hatalarından kaynaklandığı aşikar.
Suç atmak ne kadar kolay değil mi? "Ben yapmadım, zaten böyleydi!" diyerek çekip gitmek herkesin işine gelir. Fakat bu durumda çok açık olan şey, gerçekten de yıllardır süregelen düzenin geleceği değil, yalnızca 'o günü' değerlendirmek için kurulduğu ve artık bulunduğumuz günün bile tükendiği çok belli.
80'li yıllarda dünya geneline hakim olan 'mutluluk değerlidir, mutlu olun' görüşü, yalnızca mutlu olmak için yaşayan bir nesil ortaya çıkardı. Ondan önce dünyaya hakim olan 'savaşma, seviş' mantığı da yalnızca savaş çıkmasın diye uğraşan bir nesil ortaya çıkardı.
Çevreme baktığımda benim yaşlarımda yada biraz daha genç olan nüfusa hakim olan umutsuzluk ve karamsarlık duygusu, dünyanın bulunduğu durumun sonucu elbette. Ekonomik olarak belirsiz bir geleceğin olduğu, adalet denen şeyin yalnızca tarih kitaplarında kaldığı. Eşitliğin sözde, paylaşmanın da izde kaldığı bir dünya burası. Kağıt üzerinde modern sosyal yapının mutlak olgunluğa ulaştığına kendimizi o kadar ikna ettik ki, gerçeği görmek işimiz gelmiyor.
İnternetin bu hale getirilme amacı bizim ihtiyacımız doğrultusunda ona bağlanmamızdı. Fakat günümüzde biz internete bağlanmıyoruz, internet bize bağlanıyor ve bırakmıyor. Sigara gibi, alkol gibi bir bağımlılık haline geliyor. Çoğu bunun farkına bile varmıyor, çünkü internet sigaradan yada alkolden çok daha yavaş öldürüyor. Ve kimse internetin zararlarını kabullenmek istemiyor, çünkü hepimizin onunla ilgili çıkarları var ve vazgeçmek işimize gelmiyor.
Bu yazıyı internet olmadan okuyamazdınız. Benim size ulaşmamın -belki tartışılır ama- tek yolu internet. Belki kitap yazsam, yada düzenli olarak süreli/süresiz bir yayın organında yazar olsam her şey farklı olurdu fakat değil.
Demek istediğim, internet artık hayatımızın bir parçasından fazlası. Ve genel olarak umutsuzluğun, motivasyon eksikliğinin sebebi de bu. Çünkü internet bize sahip olamadıklarımızı -belki de hiç sahip olamayacaklarımızı- gösteriyor. Zamanında araştırmadan, gerçekten peşinden koşmadan elde edemeyeceğimiz bilgileri bize biz istemeden sunuyor. Dahası toplumun ayrıcalıklı kesimlerinin yaşadığı şatafatlı hayatları, özenilecek yaşantılarını gözümüze sokuyor. Adaletsizliği, eşitsizliği durmadan gözümüzün önünde tutarak sahip olduğumuz şeylerin değersizleşmesine sebep oluyor.
Ultra zengini gören sıradan zenginin bindiği spor arabayı artık beğenmemesine, orta halli bir aile çocuğunun zengin adamların hayatlarına bakıp, annesinin yaptığı ev yemeklerini küçümsemesine sebep oluyor. Zincir bu şekilde ilerleyip gidiyor fakat internet, orta halli ailenin hanesinden öteye gitmiyor. Yoksul ailelerin savaşı internet için değil, günü tok tamamlayabilmek için...
Bu yazı biraz uzun olacak.
Öteki hayatların güzelliği
Sosyal medyada 'fenomen' olan insanlara dikkat edin, hepsini karşılaştırın ve ortak noktalarına bakın. Birincisi, hepsi yıllardır bize empoze edilen 'güzellik' kalıbına oturan tipler. Yüz ve beden hatları estetisyenlerin ulaşmaya çalıştığı şekilde. İkincisi, bir çoğu maddi anlamda hepimizden daha iyi durumda. Videoları, fotoğrafları elde etmek içn kullandıkları cihazlar, ekipimanlar, ışıklar, aynalar, vs... Onları izlemek için kullandığınız telefon, bilgisayar yada televizyondan onlarca kat daha pahalı. Kısacası, paraya ihtiyacı olduğundan değil, bunu göstermek için o şeyleri yapan insanlar. Çünkü özendirmek, hayran bakışları hissetmek onların kişiliklerinin gereksinimi. Üçüncü ve sonuncusu, hepsi aileden gelen bir rahatlığa sahip. Hiçbiri aile geliri düşük olduğu için çalışmak zorunda değil, ailesini geçindirmek için 'ne iş olsa yapacak' durumda değil. Halbuki hepimiz biliyoruz, belki biz de öyle değiliz ama hayat böyle işlemiyor.
Ne şanslı insanlar var!
Dışarı çıkıp kolundan tutabildiğiniz herkese sorun; "Şanslı mısınız?" diye. Alacağınız ilk cevap hayır olacaktır. İçlerinden bazıları elbette evet diyecektir. Fakat genel kanı, toplum sizi öyle programladığı için şanssız olduğunuza inanmanız yönündedir. Şans denilen şeyin tam tanımını bile yapamazken, onun yoksunluğu konusunda bu kadar emin olmamız da çok ilginç. Şans, belirsiz olayların kaçınılmaz sonucudur. Ölüm gibidir, gerçekleşir ama bilemeyiz. Sonuçta erken yada geç ölmek de bir şanstır. Ama zengin yada fakir olmak bir şans değildir. Zengin yada fakir bir ailede doğmak şanstır. Sizin hiç bir etkiniz olmadan ailenizin zenginleşmesi yada fakirleşmesi de bir şanstır. Piyangoyu tutturmanız bir şans değildir (Bu konuyu açmayacağım). Aynı şekilde yolda yürürken kafanıza uzay mekiği düşmesi yada evleneceğiniz kadınla çarpışmanız de bir şanstır.
Varmak istediğim sonuç, umudunuzu şans ile bağdaştırmanızın mantıksız olması. Hayatınızı şansa bırakacak kadar boşverdiyseniz ne benim, ne en iyi psikoloğun, ne de şansın kendisinin bile size yardım etme 'şans'ı yok demektir. Bu yazının konusu olan umudunu kaybetmiş, kişilerden birisi olmuşsunuz artık. Çözüm sizde, kendinize yanıtlayabileceğiniz sorular sorun.
Yaşlandık artık...
Yaşlandığını kabullenen kişilerin, bir türlü kabullenemeyenlere göre daha tatminkar bir hayat yaşadığı ve mutluluk skalasında daha yukarılarda olduğu bilimsel bir gerçek. İnsanların yaşlandığını kabullenmemesi ne kadar saçma. Zaten şu an düne göre yaşlısınız, bir sene sonra bir öncekine göre yaşlı olacaksınız. Kısacası doğduğunuz andan itibaren zaten yaşlısınız. Yaşlılık bir hakaret yada hastalık değildir, bir süreçtir. Kelimelere takılmaktan vazgeçin artık. Bu gün bir şeyler yapmanız için nüfus kağıdınızda yazan bir sayının etkisi olmamalı. Fiziksel durumunuz elbette önemli, sonuçta yaşınıza göre de davranmayı öğrenmelisiniz. Sağlıklı kalmaya çalışın, 'genç' kalmaya değil.
Ayrıca gözlemlediğim kadarıyla insanların sağlık konusunda kendini tanımaktan çok diğerlerinin tavsiyesiyle hareket etmeye yatkın olmaları. Televizyonlarda bütün gün insanlara sağlıklı yaşam için, ebegümeci otuyla ovalanmış nane özünü yeni doğan güneş ışığında bekletip naturel zeytinyağı ile tüketmelerini söyleyen programlara inanmak, yalnızca gidip aynada kendine dikkatlice bakmaktan daha cazip geliyor. Gidin bir kendinize bakın, kendinizi dinleyin. Vücudunuz doktorunuzdan daha iyi teşhis koyuyor zaten. Susadıysanız su içersiniz. Acıktıysanız yemek yersiniz. Bir şeyler bozuldu ise ağrır, sızlar yada şişer/kızarır.
Psikolojik olarak da durum çok farklı değil. Hatta bu yazının konusu tam olarak da bu. İnsan her zaman mutlu, neşeli, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır olamaz. Kötü günler de olacak, berbat saatleriniz de geçecek. Genelde insanların bu konudaki hatası, her zaman 'daha kötüsünün' gerçekleşebileceği ihtimali yerine 'daha iyi günler' göreceği konusuna daha fazla ağırlık vermeleri. İyimser olmayın demiyorum, yalnızca optimizm ile pesimizmi dengelemeye çalışın. Açılan her kapının arkasında aydınlıkların beklediğini düşünmek elbette moralinizi yüksek tutmaya yardımcı olur, fakat karanlığa çıkınca da dizlerinin üstüne çöküp vazgeçmek olmaz. Eğer iki ucu dengelerseniz, karşılaştığınız olumsuzluklara yada sürprizlere karşı daha az tepkili olursunuz. Ruhsal dalgalanmalarınız daha az olur. Kötünün kasırgasına karşı dalgakıran, iyinin güzel esintilerine karşı da sörf tahtası olursunuz.
Şahsen pesimist yanım daha baskındır. Bu yüzden hayatımda gerçekleşen iyi şeyler genelde benim için sürpriz olur. Tabii ki bu iyi yada doğru değil. Mesela kötü yanı, insanların beni çoğu konuda 'isteksiz' sanması. Halbuki öyle görünmemin tek sebebi olumsuz sonucun her zaman bir ihtimal olduğunun farkında olmam. Bu benim hevesli yada istekli olmadığım demek değil. Bazı şeyleri dışa vurmadığım, öyle olmadığı anlamına gelmiyor. İçedönük kelimesinin anlamı budur zaten. Duygularımı elbette paylaşırım. içten hissettiğim herkesle...
Hayat pahalı
Size bir argüman sunayım: Para her şeyden büyüktür. Sonuçta herşeyin bir bedeli vardır. Paranın alamayacağı tek şey kendisidir. Yaşadığımız dünyayı tamamıyla paraya endekslemek yine ona kul köle olan insanlığın tercihiydi. Zaten saçma olan da bu. İnsanın gezegendeki en zeki canlı organizma olduğu, mantıklı davranacağı anlamına gelmiyor. İhtiyaçlar yaratıp, onların yokluğuna üzülen bir canlının zekasını bence sorgulamak gerekir. Türler içerisinde baskın üyenin hükmünü belirtmek için sergilenen davranışlar arasında, bir objeye güç yükleyerek, o obje ile türdaşları üzerinde hüküm kurmak size ne kadar mantıklı geliyor. Doğanın işleyişi içerisinde, milyonlarca yıldır süregelen evrim döngüsünde yaşayan hiçbir tür insan kadar saçma davranmamıştır. Bu konuyu uzattıkça uzatabiliriz. Gerek yok.
Dünyayı günümüzde etkisi altına alan ekonomik dengesizlik ve politik çalkantılar, gerek lokal politikaların uyumsuzluğu, gerek alınan yanlış kararlar sebebiyle ülkemizin ekonomisini daha da kötü yönde etkiliyor. Üçüncü dünya ülkelerinin geneline hakim olan kaynak dağılımı adaletsizliği ve üst-alt gelir guruplarının arasındaki uçurumun yüksekliği her zaman problemlerin başlıca sebebidir. Türk Lirası'nın diğer para birimlerine göre her gün daha da değer kaybetmesi sebebiyle, zaten ülkemizde her zaman problem olan ithal ürün pahalılığı çok daha belirgin durumda. Teknolojik olarak yalnızca mikro parçayı ithal edip makro ürünü ihraç etmenin başarı olarak algılandığı bir coğrafyada buna çok da şaşırmamak gerekir. Tabii ki bu durumda maddi durumu izin veren her imkana kolayca ulaşabilirken, izin vermeyen insanlar yoksunluklarına yenilerini eklemek zorunda kalıyor.
Bu konuda umutsuzluğa kapılmak kimine göre haklı ve çözülemez bir sebep, kimine göre azim ve isteklilikle çözülebilecek bir durum. Mesele çok karmaşık. İçinde bulunduğunuz çevre, şu anki maddi durumunuz, erişim sağlayabileceğiniz ortam, hayal gücünüz, vs... Fakat çoğunlukla sonuç kişisel çabada bitiyor. Başarılı insanlar genelde harekete geçenler oluyor, bu inkar edilemez. Yalnızca düşünerek başarılı olan tek şey Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi bahçesinde bulunuyor (Orjinali Fransa'da). Size şunu yapın bunu yapın diyecek değilim, ama bir düşünün (İronik oldu bu!). İnternette sayısız motivasyon videosu ve başarı hikayesi var. Bunların hiçbiri umutsuzluğa kapılmış bir insanı harekete geçirmez. Bazı insanların harekete geçmesi için onlara destekten fazlası gerekebilir. Yanlarında olacak birisi (yada birileri), onlara destek olacak -bir nevi mentorluk yapacak- birilerine ihtiyaç duyabilirler. Bazıları da tam tersi yalnız kalmaya ihtiyaç duyar. Çevrelerindeki insanların onları etkilemesine yada yönlendirmesine ihtiyaç duymazlar -hatta bu onları negatif yönde etkiler-. Bir önceki başlıkta bahsettiğim kendini tanımak burada önemli bir rol oynuyor. Gerçekten ihtiyaçlarınızın ve kendinizin farkında olmanız gerekiyor. Enerjinizi en iyi ne şekilde yoğunlaştırabildiğinize önem verin.
Hayat boş, eğlen coş
Yarını kestirememek, yarının ne getireceğinden yada yarın gerçekleşebilecek olumsuz şeylerin (Ülke şu anda gerçekten bu durumda. Çünkü yarın gerçekleşmesi muhtemel kötü şeylerin yalnızca neler olacabileceğini merak ediyoruz artık) bize neler getirebileceğindan, daha doğrusu neler götürebileceğinden emin olmadığımız için, belirsizlik insanlarda umutsuzluk halini alıyor. Bilinmeyene dair hissedilen korku, çaresizlik olarak dışavuruyor. Sırtını dayayabileceği güvenilir bir dost, kaçabileceği bir yer yada maddi güvencesi olmayınca umudunu tamamen kaybediyor. Sonuç yalnızca 'günü geçirmek' için yaşayan, geleceğinden tamamen vazgeçmiş bir nesil ortaya çıkarıyor.
En başta bahsettiğim 'mutluluk değerlidir, mutlu olun' neslinin bize bıraktığı mutsuz dünyada yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Kendileri her zevki limitsiz yaşarken, çocuklarının yaşayacağı zevklerden çalan bir nesildi onlar. Onların da dedeleri onlardan çaldı. Medeniyet bu şekilde ilerleyen bir döngü. Her bir nesil, her bir döngü bir sonrakinin istihkakından çalarak ileriye gidiyor. Sonuçta ünlü kızılderili atasözünde bahsedilen duruma gelinceye dek böyle gidecek; "Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak". Sorun şu ki, bu malum sona en yakın nesillerden birisi, belki de ta kendisi biz olabiliriz. İşte problem de bu, çoğu yaşıtım bu sebepten ötürü bir tükenmişlik, bir umutsuzluk döngüsü içerisinde. Ve ne yazık ki çoğu danışmanlık hizmeti almak zorunda kalacak kadar ağır bir yük altında.
Hak vermiyor değilim. Binlerce yıldır yok edilen dünyayı kurtarma misyonu omuzlarına yüklenen nesil olarak, açıkçası barda yüzlerce kişilik hesabı tek başına ödemek zorunda kalan kişi gibi hissediyoruz. Bütün insanlık birer defa bu dünyanın içine etmiş ve 'mezara' diye kalkıp geri gelmediği için temizlemek bizim üstümüze düşmüş.
Neden peki? Bizden sonraki birçok nesil aynı şekilde düşünecek.
Yaşıtlarımın çoğu evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı düşünmüyor. Bu dünyanın çocuklarına kalacak bir miras değil, yük olacağını düşünüyorlar. Bence haklılar. Şimdiden bizim omuzlarımızda bir yük çünkü. Taşımak 'zorunda' bırakıldığımız bir yükten başka birşey değil.
Günümüz toplumu güzel görüneni, güzel olanı, kısaca güzelliği ödüllendirmek üzerine programlanmış bir toplum. Güzelseniz, avantajlısınız. Ama aynı zamanda çirkinliği cezalandırmak değil. Acındırmak, onun yoksunluğunu açıkça değil de bilinç altına empoze edecek şekilde ötekileştirmek için düzenlenmiş. Yani güzel olmayan kendisini dışlıyor, diğerlerinin uğraşmasına gerek kalmıyor.
İnsanın tabiatı böyledir çünkü. Genelin kararına uyar, sürü psikolojisi genlerimize kodlanmıştır. İnsan en akıllı canllı olsa bile temelinde canlıdır. Her canlı ile aynı mantıkta çalışır. Kırılgan bir organizma olarak savunma odaklıdır. 3 maymun deneyi insanlar için de geçerlidir. İnsan öğrenir, öğrendiğini sorgulamaz, denk gelir de başka birşey öğrenir ise o zaman sorgular. Günümüz toplumu işte bu 'denk gelme' ihtimalini sıfıra indirmek için çabalayan bir mekanizma.
Rengin'in 'Aldatıldık' parçası "Bize neler neler öğrettiler..." diye başlar. Şarkının konusu elbette farklı ama bahsettiği mantık çok doğru. Bizlere öğrettiler, bizleri programladılar. Fakat kimimiz onların öğrettiğinden fazlasının peşine düştü, kimisi de aldığı ile yetindi. Ben de yetinenlerden olmayı çok isterdim, fakat çok geç sanırım.
Özetleyecek olursam, günümüz toplumuna hakim olan bu umutsuzluğun çok haklı sebepleri var. Sonuçlarını belki biz göremeyeceğiz, bizden sonraki nesiller onlara kalan ne varsa onunla yetinmek zorunda kalacaklar. Belki biz düzelteceğiz, onlara düzgün bırakacağız, onlar da 'mutluluğun' peşine düşüp sonra gelenlere aynen bizimki gibi bir enkaz bırakacaklar.
Sonuçta tarih tekerrürden ibarettir...
Yorumlar devre dışı bırakılmış