tr en

Anasayfa

Selamlar!

Saymayı bilmeyen bir sayısal işçi, fotoğraf hastası, bilim-kurgu sorunlusu, hayalperest bir 'durağan gezgin'...

Yada kısaca: Erman Aktan! Dahası?

Geleceğin hastalığı: Umursamazlık

Önceki yazımda yaşadığımız dönemin gençler üzerindeki etkisini ve bu konudaki düşüncelerimi aktarmıştım. Şimdi biraz daha ileriye bakalım.

Bir önceki yazımı yazdığım dönemde Dünya genelinde süregelen kaotik ortamın, yaz mevsimi ile birlikte çok daha kaotik bir hal aldığını hepimiz yaşayarak tecrübe ediyoruz. Küresel felaketler, ekonomik dengesizlikler ve yöneticilerin güç hırsı tüm Dünya’nın başlıca şikayet konusu.

Tüm bu kaosun devamlı hale gelmesi, hatta gitgide artarak ilerleyişi, bireylerde yavaş yavaş değiştiremeyeceği bir düzeni umursamaz hale gelme anlayışına yol açıyor. İşte bu yazıda değineceğim şey de tam olarak bu: Umursamazlık!

Umursamazlığın bir hastalık olmadığını biliyorum. Hastalık diye söz etmemin sebebi bütün bu kavramların yavaş yavaş hastalık seviyesinde yerleşik bir problem haline geliyor olması. Kısaca bir çeşit benzetme olarak düşünebilirsiniz.

Toplum içerisinde yanlışların farkındalığını oluşturma gücüne sahip meslek gruplarında mesela öğretmenler ve doktorlar arasında: “Bu düzen değişmez!” anlayışının hakim hale gelmesine yol açan kaos, kişinin bireysel olarak harcadığı çabanın, bir önceki yazımda değindiğim umutsuz nesilde bir etkiye sahip olmamasına, dolayısı ile kişinin çabalarının boşa olduğuna inanmasına yol açıyor. Böylece harcayacağı çabayı minimize ederek yada tamamen vazgeçerek, yalnızca kendi kapalı çevresinde bir düzeliş arayışına girmesine ve etkileyebileceği insan sayısının dramatik şeklide azalmasına yol açıyor.

İşte bunun sonucu olarak toplumlara hükmeden bir umursamazlık dalgasının, ve bunun sonucunda oluşan kümelenmenin, toplumlarda zaten hayli belirgin olan ayrışmayı daha da keskin bir hale getireceğini düşünüyorum. Bundan kaynaklanan kutuplaşma, toplumlar içerisindeki dengesiz yapıları daha belirgin hale getirir. Sonuçta bu dengesizlik, belki de agresif yaklaşımları tetikleyecek ve toplumlarda büyük yada orta çaplı yıkımlara sebep olacaktır. Tarihe bakarsanız, hakim grupların azınlıklar üzerinde kontrolü sağlayamadığı taktirde gerçekleştirdiği insanlık dışı eylemleri çok açık şekilde görebilirsiniz.

Bunu yavaş yavaş gerilen bir yay gibi düşünebilirsiniz. Bireyin etkilenerek yetiştiği ortamda meydana gelen dramatik değişimler, onun ilerleyen zamanlarda birikmiş tüm tepkisini anlık olarak ortaya çıkarmasına sebep olabilir. Öfke patlamaları, şiddet eğilimi gibi davranışlar tetiklenebilir. Ya da kişi toplumdan tamamen soyutlanmayı, ve topluma sağlayacağı faydayı toplumdan esirgemeyi tercih edebilir.

Peki gelecek ne getirecek?

Bunu kim bilebilir? 2018 yılında insanlara: “Seneye bu zamanda yüzünüzde maskeler ile evlere kapanacaksınız.” deseniz inanmazlardı. 1970 yılında sokaktaki bir kişiye de: “Gelecekte sokaktan telefonla konuşabiliecekseniz, hem de yürürken!” deseniz inanmazlardı. Aynı şekilde size de: “Güzel günler de gelecek, çoğu şey yoluna girecek.” desem inanmayabilirsiniz. Fakat bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini de bilemezsiniz.

Hiç birimiz bilemeyiz.

Fakat umut denilen şeyin, insanın yaşaması için ihtiyacı olan şeylerden biri olduğu da bir gerçek. İnanıp inanmamak size kalmış. Benim bu konudaki düşüncemi merak ediyorsanız, öncelikle bu konuda belirli kavramları size hatırlatmam gerekiyor.

Birincisi, kaos düzene doğru evrilen bir süreçtir. Yani kaotik bir ortam kendi içerisinde bir düzenin oluşumuna öncülük eder. Bunu çalkalanan bir su şişesi gibi düşünebilirsiniz. Eğer kaosa sebep olan bir dış etki yok ise (şişe çalkalanmaya devam etmiyorsa), sürecin sonunda düzen ve durağanlık hakim olur.

İkincisi, düşünceler enerji gibidir. Enerjinin davranışlarını tanımlayan termodinamik kuralları aşağı yukarı düşünceler için de geçerli sayılabilir. Yani bir toplumdaki düşünce yapısı yok edilemez, ama dönüştürülebilir. Yani uzun bir süreçte düşünce yapısını değiştirebilirsiniz, ama asıl başlangıç noktası her zaman süreci etkilemeye devam edecektir.

Bu iki kavramdan yola çıkarak, toplumların içerisinde umursamazlığa kapılan birey yada grupların, uzun vadede kendi kapalı çevrelerine çekilerek fikirleri koruyacağını, ve kaotik döngünün tamamlanması ile bu fikirlerini tekrar toplumun geneline yavaş yavaş yayılacağını söyleyebiliriz. Bu sürecin ne kadar zaman alacağını tahmin etmek pek mümkün olmasa da, sürprizlerle dolu gezegenimizde aslında kaosun çoğu zaman kötü yönde ilerlemediğini de unutmamak gerekir. Doğa kaosu sevmez. Tek problem, insan ömrünün doğanın zaman döngüsü içinde birazcık kısa kalması.

Polyannacılık oynamak pek huyum değildir. Beceremem de, ama şöyle bir etrafıma baktığımda topluma hakim olan karamsarlığı daha da körüklemenin hiçbir manası olmadığının da farkındayım, o yüzden şahsi karamsarlığımı kapalı kutusunda tutmayı tercih ediyorum.

Öncülük deliliği

Umursamazlık illetinin, toplumlarda kalıcı hale gelmemesi için kişilerin, inandıkları şeylerin gerçekleştiğini veya gerçekleşebileceğini görmeleri gerekir. Engellenen, yolu kesilen insanların bir süre sonra vazgeçmesi kaçınılmazdır. Çünkü elinde bayrakla yürüyen birini takip eden olmaz ise, insanlar ona yalnızca ‘deli’ diyecektir. Fakat arkasında yüzlerce kişi ile yürür ise o kişi ‘öncü’ olur.

İşte bu öncü kişilerin, toplumlarda ortaya çıkarabileceği potansiyeller olduğu gibi, yanlış yönde ilerleyebilecek, çok radikal hareketleri de tetikleyebileceğini unutmamak gerekir. Dolayısı ile bu kişileri iyi analiz etmek, topluma zarar verebilecek potansiyele sahip kişileri tanımlamak ve gerekiyorsa onları engellemek yada izole etmek yönetimlerin sorumluluğudur.

İşte umursamazlık ile hayalperestlik arasındaki ince çizgi burada ortaya çıkıyor. Eğer kontrolü abartırsanız, umudunu kaybetmiş ve vazgeçmiş insanlar kalır. Kontrolü sağlamaz ve serbest düşünceyi vahşi doğaya salarsanız, hayallerinin peşinde saçmalayan, yüksek potansiyelli ama yönlendirilmemiş patlayıcı bir topluma sahip olursunuz. Genelde bunun sonucu kendini yok etme eğilimidir. Bu sebepten çamaşır suyu şişelerinde ‘İçmeyiniz!’ yazar.

Bu kontrolün nasıl yapılacağı sosyolojinin konusu. Fazlasını merak ediyorsanız, Zygmunt Bauman kitapları bu merakınızı giderebilir. Örneğin, Küreselleşme ve Akışkan Aşk kitaplarına bir göz gezdirin. Hazır kitap önermişken, biraz da bu yazıyla alakalı olan Erving Goffman’ın ‘Damga’ sını da eklemiş olayım.

Umurumuzda değil (mi?)

Sonuç olarak umursamazlık yavaş yavaş topluma hakim olmaya devam ediyor, ve öngörüde bulunmamız gerekirse devam da edecek. Fakat vazgeçmeyenler her daim varolacak.

Peki hiç mi çare yok? Bu şekilde ölüp gidecek miyiz?

Bu sorunun cevabını dürüstçe kendinize vermeniz gerekiyor. Vazgeçebilir misiniz? Yoksa geçemez misiniz?

İnsanın birbirine zarar vermeyi öğrendiği o günden bu güne devam eden kaosta siz de bir aktörsünüz, rolünüzü herkesin içerisinde oynasanız da, dekorlar arasında saklansanız da sahnedesiniz. Son anınıza kadar etrafınızdaki insanlara dokunmaya devam edeceksiniz. Tek karar vermeniz gereken, bunu bağırarak mı yoksa fısıldayarak mı yapacağınıza karar vermek.

Bence siz en iyisi yalnızca yaşayın, az-çok demeden, beklemeden ve bekletmeden... Cebinizdeki bozukluk kadar, ciğerlerinizdeki nefes kadar, ayaklarınızdaki güç kadar yaşayın.

Eğer arada geciktirecek bir nedene rastlamazsanız, doğduğunuz gün rezervasyonu yapılmış bir sona koşuyorsunuz! İki nokta arasındaki her şey sizin, gerisi önemsiz.

Umursamanıza değecek yarınlar dileğiyle…